20 Ocak 2010 Çarşamba

Su Olduğunu Düşün...



Şimdi sen "su" olduğunu düşün.
Su kadar özel, su kadar faydalı ve su kadar çok, tükenmez...
Inanıyorum ki gerçekten de öylesin.
Ama ister çeşmelerden dökül, ister göklerden yağ, ister nehirler dolusu ak...; dibi olmayan bir kovayı dolduramazsın.
Yani seni dinlemeyenlere sesini duyuramazsın...
Unutma; daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin...
Gürültünün parçası olursun sadece!..
Suyun yanında olanlar suyu en az içenlerdir.
Çünkü; "Su nasılsa burada, lüzum yok ki suyu kana kana içmeye" diye düşünürler...
Aynen, sesini sürekli duyanların seni dinlemedikleri gibi!
Ormandaki hiç bir hayvan, ırmağın gürültüler koparan yerinden su içmeye çalışmadı şimdiye kadar.
Hepsi, hep sabahın en sakin anını bekledi; suyun durgun yerlerini bulabilmek için gittiler ve sakin sakin ihtiyaçlarını giderdiler;
Onlar için en uygun olan ve kendi istedikleri zamanda...
Sen, hep bir su olduğunu düşün.
Su gibi güzel, su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez...
Ve su gibi hayat kaynağı olduğunu düşün.
Ama su gibi yaşatıcı ol ;
Su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil!..
Sen bir su ol...
Ama rahmet ol; afet değil!
Su isen tarlalarını basma insanların, yuvalarını yıkma, ocaklarını söndürme;
Sana "felaket" denmesin!
Su isen bir bardağa sığabil ki; damarlara giresin!..
Su; yüce Tanrı'nın insanlar icin yarattığı en büyük nimetlerden biri...
Ve suya benzediğini unutma!
Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi faydalı, su gibi lüzumlu ve su gibi bitmez-tükenmez olduğunu da unutma.
Ayrıca su gibi sakin olabileceğin gibi, su gibi de "kıyametler" koparıcı olabileceğini unutma...
Unutma; Senin işin rahmet olmak, afet değil!
Vadiler varken önünde ve ovalar varken yayılabileceğin; küçük ırmaklara ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara bölebiliyorsan, hayat verirsin çevrene....
Ve yaşayabilirsin dünya dönmesine devam ettiği müddetçe...
Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen; korkulan ve kaçılan olursun seller, afetler gibi... Tercih elindeydi hep ve hep de "senin" ellerinde olacak...
Ya tutmayı öğreneceksin dilini veya hic durmadan konuştuğun için, sadece bomboş ve anlamsız sesler çıkartan birisi olduğunu zannettireceksin çevrendeki insanlara!
Ama yapman gereken şu değil mi?
Düşüneceksin ne zaman ne soyleyeceğini.
Düşüneceksin kimin dinleyip dinlemediğini, kimin anlayıp anlamadığını.
Düşüneceksin anlatmak istediklerinin ne kadarını anlatabildiğini...
Hatta anlayanların anladıklarının da senin anlattıklarının ne kadarı olduğunu düşüneceksin...
Ve konuşmak için en uygun zamanı bekleyecek, en az ama en uygun kelimeleri seçmeye çalısacaksın...
Ahmak olmayan yolcuların, önceden aldıkları biletleri ceplerinde olduğu halde, saatlerini kontrol ederek, vakit yaklaştığında, vapurun kalkacağı iskelede hazır olmaları gibi, sen de fikrini bildireceğin kişinin "kıyıya yanaşmasını" bekleyeceksin !..
Demeyeceksin;
"Ben canım isteyince giderim iskeleye, vapur da o saniyede gelmek zorunda!.."
Demeyeceksin;
"Ben aklıma geleni aklıma geldiği biçimde söylerim.
Karşimdaki de değil duymak, değil dinlemek, anlattığımdan bile fazlasını anlamak zorunda!.."
Keske öyle olsaydı.
Keske haklı olsaydın, ama maalesef değil...
Agzını açip "Şelaleden dökülen suyu" içmeye çalısan bir tavşan gördün mü hiç?..
Veya önüne çıkan ağacları dahi sürükleyen bir selden susuzluk gidermeye uğraşan bir ceylan gördün mü?
Kaplanlar bile içebilmek için suyun durulmasını bekler; beyni olan her yaratık gibi!
Hadi...
Sen simdi "su olduğunu" düşün, ve kendini "su gibi" hisset...
Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararlı...
Su gibi hayat kaynağı ve su gibi bitmez-tükenmez olduğunu hatırla...
Ama yine su gibi "bir küçük bardağın içine" sığdır ki kendini; girebilmeyi öğren insanların damarlarına.
Hayat ver...
Vazgeçilmez ol !..


Su ol.....